Kitlesel çevrimiçi açık dersler (MOOC) üzerine bir değerlendirme

Büyük vaatlerle hayata geçirilen, eğitim konusunda bir devrim yaratacağı iddia edilen ve dünyadaki tüm üniversitelerin teker teker kapanmasına yol açacağı söylenen çevrimiçi eğitim sitelerini, ya da İngilizce’deki tabiriyle MOOC’ları (Massive Online Open Courses, yani Kitlesel Çevrimiçi Açık Dersler) eminim siz de duymuşsunuzdur. Bu siteler üzerine yapılan araştırmaların sonuçları, işin pek de MOOC’ların planladığı eksende gitmediğini gösteriyor. Büyük bir ilgi patlamasının ardından, sular durulmaya başladıktan sonra ortaya çıkan resim, MOOC’lara gösterilen ilginin kökeninde aslında bu sitelerin gerçekten faydalı olması değil, sadece insani bir duygunun yattığını gösteriyor: Merak.

MOOC’lar kısa süre içinde bu kadar yoğun bir ilgi görünce, konu bir de eğitimle ilgili olunca, ister istemez üniversitelerin ve araştırmacıların da dikkatini çekmiş olacak ki, bugünlerde MOOC’lar üzerine yapılan araştırmaların sonuçları teker teker kulağımıza gelmeye başladı. Sonuçlar malesef pek cesaretlendirici değil. Özetlemek gerekirse, bir derse kayıt olup, dersi sonlandırabilen kullanıcıların oranı çok düşük (sadece %4). Derslere kayıt olan kullanıcılar ise beklendildiği gibi iyi üniversitelerde okuma fırsatı bulamayan öğrenciler değil, aksine, halihazırda bir üniversite derecesine sahip, elit çevrelerden gelen genç insanlar. İlginç bir diğer sonuç da, kullanıcıların büyük bir oranının erkek olması.

Elit çevreden gelen, üniversite mezunu genç erkekler kullanıyor

Coursera'nın kurucularından Daphne Koller (Resim: Wikimedia Commons CC BY 2.0)
Coursera’nın kurucularından Daphne Koller (Resim: Wikimedia Commons CC BY 2.0)

Örnek olarak Kasım ayı içerisinde yayımlanan bir makalede, Amerika’da Pensilvanya Üniversitesi’nin Coursera platformu üzerinde sunduğu ve 34779 öğrencinin kayıt olduğu 24 dersin istatistikleri sunuldu. Araştırma sonuçlarına göre, bir MOOC dersine kayıt olduktan sonra dersi bitirmese bile, en azından bir video izleyen insanların %80’inden fazlası üniversite mezunu. %44’ünün ise yüksek lisans ya da doktora derecesi var. Üstelik bu sonuçlar sadece Amerika’da yaşayan MOOC kullanıcılarını temsil etmiyor: MOOC’ların oldukça popüler olduğu Hindistan, Brezilya, Rusya, Çin ve Güney Afrika’da da benzer şekilde MOOC kullanıcılarının toplumun eğitim düzeyi en yüksek %6’lık kesiminden geldiği, ve bu kullanıcıların %80’inin gelir düzeyi yüksek ailelere mensup olduğu görülüyor. Gelişmekte olan ülkelerden derse katılan öğrencilerin genel profiline bakıldığında da durum aynı: Öğrencilerin %80’i üniversite mezunu.

Bu istatistiklere dair altı çizilmesi gereken bir nokta var: Burada dersleri tamamlayan insanlardan bahsetmiyoruz, sadece tek bir video izlemiş insanlardan bahsediyoruz. Çünkü dersleri tamamlayabilen kullanıcıların oranı beklenmedik şekilde düşük: sadece %4. MOOC’ların reklamı yapılırken, bir derse 10000 öğrencinin kayıt olduğu şeklinde istatistikleri oldukça sık görüyoruz. Ama MOOC yöneticileri, bu öğrencilerden 9600 tanesinin dersi takip etmediğini belirtme konusunda aynı heyecanı göstermiyorlar. Bu sonuç, insanların dersleri tamamlama motivasyonuyla değil, yeni ortaya çıkan bu oluşumları merak ettikleri için derslere kayıt yaptırdıkları şeklinde yorumlanabilir.

Forumlarda tartışma değil, gevezelik öne çıkıyor

MOOC’lar üzerine yapılan bir diğer enteresan araştırma da, bu ay Princeton Üniversitesi’nden geldi. Bu makalenin konusu, MOOC kullanıcılarına tartışıp, soru sorabilme imkanı sunan ders forumları. Araştırma sonuçlarına göre, forumlara katılım oranı yine oldukça düşük. Gönderilen iletilerin büyük bir çoğunluğu ise, araştırmacıların “gevezelik” (small talk) dediği türden yazılar. MOOC forum yöneticileri de bu gevezelikten şikayetçi. Bu gevezeliğin forumlara ciddi bir yük getirdiğini düşünüyor olacaklar ki, Coursera’daki forumlara gönderilen iletileri gevezelik olup olmadığına göre filtreleyerek, içerik olarak zengin olanları öne çıkartan bir algoritma bile geliştirmişler.

Sıkı müfredat, ders takibini zorlaştırıyor

Bu araştırmanın sonuçlarına dair dikkati çeken bir diğer nokta da, dersin hocası da foruma katıldığında, foruma gönderilen iletilerin sayısında azalma olduğuna dair bazı sinyallerin görülmesi. Aslında bu, bazıları için çok sürpriz bir sonuç değil: Örneğin Amerika’daki Massachussets Institute of Technology (MIT), bir süredir hocasız bir MOOC geliştirmek için bazı çalışmalar yapıyor. Dersi yöneten bir hocanın olmadığı bu modele, “Mekanik MOOC” adını vermişler. Dersi bir hocaya anlattırmak ve dersin müfredatını sıkı bir şekilde kontrol etmek yerine, halihazırda internette bulunan eğitim kaynaklarını toplayıp, öğrencinin bu kaynaklar içinde kendi kendini eğitebilmesine yardımcı olmayı hedefleyen bir model geliştirmeye çalışıyorlar.

Farklı MOOC modelleri, farklı gelir modelleri

Mekanik MOOC, diğer örnekler arasında çok da farklı bir yere konulması gereken bir örnek değil. Çünkü aslında bütün MOOC’lar bir şekilde diğer örneklerden ayrılıyor. Çok kısa bir süre zarfında peşpeşe hayata geçirilen bu siteler, benzer bir alanda faaliyet gösterdikleri için ister istemez aynı çerçeve içinde değerlendiriliyorlar. Halbuki, MOOC’lara biraz yakından baktığımızda, gerek içeriği sunuş tarzları açısından, gerekse gelir modelleri açısından ciddi farklar içerdiklerini görüyoruz.

Örneğin şu anda piyasadaki en büyük oyunculardan bir tanesi olan Coursera, dersleri sürekli açık tutmak yerine, tıpkı üniversitede olduğu gibi, dersleri belli dönemlerde açarak eğitim veriyor. Derslere katılım için herhangi bir ücret talep etmiyor. Fakat dersi tamamladığınızı gösteren bir sertifika almak istiyorsanız, bunun için 30-90 dolar arası bir ücret ödemeniz gerekiyor. Çok geniş bir kitleye hitap eden Coursera için bu oldukça kârlı bir model olacak gibi görünüyor. Yaptıkları açıklamada, sertifika almak için ilk etapta 25000 civarında kayıt aldıklarını, bunun da 1 milyon dolarlık bir gelir anlamına geldiğini belirtiyorlar. Fakat, bu gelir modeli uyarınca para kazanmak için derslere yoğun ilgi olması gerekeceği için, ilerleyen yıllarda Coursera’nın sadece kitlesel ilgi çekme potansiyeli olan konuları öne çıkardığını, spesifik konuları ise “müşterisi” olmadığı için göz ardı ettiğini görebiliriz.

Ağırlıklı olarak ilk ve ortaöğretim düzeyinde eğitim veren Khan Academy ise, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olarak hayata geçirilmiş. Dolayısıyla, bağışlarla ayakta durmaya çalışıyor. Bunun yeterince sağlam bir gelir modeli olmadığını düşünüyorsanız, Khan Academy’nin bağışçıları arasında Bill Gates, Ann ve John Doerr gibi isimlerin yanında Google’ın da olduğunu duyunca fikriniz değişecektir.

Sebastian Thrun (Wikimedia Commons CC BY-SA 2.0)
Sebastian Thrun (Wikimedia Commons CC BY-SA 2.0)

Bu alandaki bir başka büyük oyuncu olan Udacity‘nin kurucularından Sebastian Thrun, Udacity için farklı gelir modelleri düşünüyor. Hatırlarsanız bu yazının girişinde, MOOC’ların dünyadaki üniversitelerin sonunu getirmesi bekleniyordu, demiştim. Bu iddianın gerçek sahibi, Udacity’nın kurucularından olan Thrun. Fakat, yukarıda bahsettiğim araştırmaların sonuçları Thrun’un da cesaretini kırmış olacak ki, kısa bir süre önce Fast Company’de yayımlanan bir makalede kendi girişiminden “dandik” (lousy) olarak bahsetti ve bundan sonra üniversite eğitiminden ziyade mesleki sertifika programlarına odaklanarak gelir elde etmeye çalışacaklarını açıkladı.

MOOC’lar üniversiteleri tehdit edebilir mi?

MOOC’ların bu kadar farklı eksenlerde bir şeyler yapmaya çalışıyor olmaları, aslında oldukça normal. Tıpkı sanayi devriminin kendi eğitim modelini ortaya çıkarması gibi, iletişim devrimi de kendi içinden yeni bir eğitim anlayışı çıkarmak için çırpınıyor şeklinde yorumlayabiliriz bu gelişmeleri. Hangi modelin kazanacağını ise ancak zaman gösterecek. Fakat görünen o ki, MOOC’lar üniversitelerin varlığını tehdit etme konusundaki iddialı misyonlarından şimdilik vazgeçip, eğitime destek veren ve özellikle üniversite mezunu eğitimli insanların hayat boyu öğrenim amacıyla kullanabilecekleri bir fonksiyona doğru evrilecekler. Bu konuda başarılı işler ortaya koyan girişimciler de, MOOC’ların kaderini bu şekilde değerlendiriyor. Örneğin Coursera’nın kurucularından olan Andrew Ng ve Khan Academy’nin kurucusu Salman Khan, kendi girişimlerini eğitim kurumlarına bir alternatif olarak değil, aksine, destek olarak değerlendiriyor.

MOOC’ların cazibesine gözlerimizi bir an için kapatıp, üniversite eğitimini büyük ölçekte düşündüğümüzde, MOOC’ların üniversiteleri tehdit edebilecek konumda olabilmeleri için çok ciddi eksikleri olduğunu görebiliriz. Üniversite eğitimi demek, sadece ders takip etmek demek değildir. Üniversite size bir meslek kültürü verir. Sosyal olarak da gelişmenizi sağlar. Meslektaş çevresi edinmenizi, mesleki beceri kazanmanızı sağlar. Ameliyat yapmayı internetten öğrendiğini söyleyen bir doktora kendinizi emanet eder miydiniz? Her şeyi, en azından teknolojinin bugünkü durumuyla, internet üzerinden aktarmamız mümkün değil.

Fakat, üniversitelerin yetersiz kaldığı ve MOOC’ların faydalı olabileceği bazı alanlar da var. Örneğin üniversite eğitiminin, 4 yıl gibi kısa bir sürede, sizi 30 yıllık bir meslek hayatına hazırlaması gerekiyor. Belki bundan bir elli sene önce aldığınız eğitim sizi bütün meslek hayatınız boyunca idare ediyor olabilirdi. Ama teknolojinin baş döndürücü bir hızda ilerlediği günümüzde, üniversitelerin artık bu konuda yetersiz kalması kaçınılmaz. MOOC’lar işte bu açığı kapatacak şekilde organize olduklarında, gerçek potansiyellerine ulaşabilecekler gibi görünüyor. Yani, üniversitede temel formasyonlarını almış insanların, meslek hayatları boyunca gerekli gördükleri alanlarda kendilerini geliştirebilecekleri, hayat boyu öğrenim platformları olarak. Yukarıda bahsi geçen araştırmaların sonuçları da, MOOC’ların bu yönde evrileceği yönünde bazı sinyaller veriyor.

Mühendishane, yukarıda bahsi geçen kurumlara kıyaslandığında oldukça mütevazi bir girişim olarak kalıyor. Ama eğitime olan yaklaşımı itibariyle, Mühendishane’yi de yukarıda bahsi geçen Mekanik MOOC’a yakın bir yerlere konumlandırabiliriz. Bizim amacımız, sıkı bir müfredat ile ders vermek yerine, eğitimi destekleyici kaynaklar üreterek, gerek öğretim üyelerinin, gerek öğrencilerin, gerekse sektörde çalışanların ihtiyaç duyduklarında gelebilecekleri bir platform kurmak. Zaten bu yüzden Mühendishane’den bahsederken “herkese açık, her zaman açık” mottosunu kullanıyoruz. Çünkü öyle görünüyor ki, iletişim çağında eğitim artık “paket” olarak alınan bir şey değil, herkesin kendi ihtiyaçları doğrultusunda yönettiği ve şekillendirdiği bir süreç olmaya doğru gidiyor.