Şeftaliler ve erikler konuşmaz, ancak onların altında bir yol oluşur.
Çin atasözü
Çin Halk Cumhuriyetinin geçmiş dönem başbakanlarından Zhou Enlai’ye Fransız devriminin etkileri sorulduğunda, “henüz bir şey söylemek için çok erken” şeklinde bir cevap verdiği söylenir. Çin gibi kadim bir devletin tarihe ne kadar geniş zaman pencerelerinden baktığını, büyük devlet olmanın nasıl bir duruş gerektirdiğini dillendirmek için anlatılan bu hikaye, bir rivayete göre aslında bir yanlış anlamaya dayanır. Rivayet odur ki, 1972 senesinde Şanghay’ı ziyaret eden Fransızların sorduğu bu soruyu Zhou Enlai duyduğunda, aklına 1789 senesinde başlayan Fransız Devrimi değil, 1968 Fransa öğrenci hareketleri gelmiş ve aslında sadece dört senelik bir mazisi olan olayları yorumlamak için erken olduğunu belirtmek istemiştir.
Bu hikayenin aslı nedir, Zhou Enlai soruyu nasıl anlamıştı, net bir şey söylemek zor tabii. Ama hikayenin vurgulamak istediği mesajın, yani büyük bir devletin gerçekten de tarihe yüzlerce yıllık pencerelerden bakarak geçmişini okuduğu, geleceğini de böyle planladığı düşüncesinin çok da yanlış olmadığını düşünüyorum. Bu yazıda işte böyle bir perspektiften okumamız gereken, Çin’in 21. yüzyıl için planladığı devasa bir projeden bahsetmek istiyorum: Bir kuşak, bir yol projesi.
Abone olun, yeni blog yazıları mail kutunuza gelsin.
Bir kuşak, bir yol
Bir kuşak, bir yol projesi için (Belt and Road Initiative), en basit tabiriyle üç kıtada kesintisiz ticaret ve işbirliğini sağlayacak modern bir ipek yolu konsepti diyebiliriz. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 2013 senesinde duyurduğu ve 2049 senesinde tamamlanması planlanan bu proje, Çin ve Avrupa arasında demir yolu ağı ile kurulacak İpek Yolu ekonomik kuşağına ek olarak, 21. yüzyıl deniz yolu İpek Yolu’nun da oluşturulmasını hedefliyor.

Trump hükümetinin yakın zamandaki NATO eleştirisine ek olarak, ABD’nin son birkaç yıl içinde peş peşe UNESCO, İnsan Hakları Komisyonu (Human Rights Council) ve Nüfus Fonu (Population Fund) gibi çeşitli Birleşmiş Milletler organizasyonlarından çekildiğini açıkladığı bir dönemde, Çin’in altyapı işbirlikleri ve yatırım projeleri üzerinden küresel ölçekte kapsayıcı bir role bürünmesi, Çin’in 21.yüzyıl için farklı bir süper güç modeli çizme konusundaki gayretini ortaya koyuyor.
Proje sadece bir yol oluşturma çabasından ibaret değil elbette: Bir kuşak, bir yol projesi, Çin’in sadece kendi bölgesinde değil, küresel ölçekteki gücünü perçinlemeye yönelik, kendini gerçek anlamda bir süper güç olarak konumlandırma konusundaki iddiasını da gösteriyor. Proje kapsamında 152 ülkeye yayılan ulaşım ağlarına ek olarak enerji ağları ve telekomunikasyonun da tesis edilmesiyle, Çin’in merkezinde bulunduğu kapsamlı bir uluslararası entegrasyonun sağlanması hedefleniyor.
Bu projenin başarısı için sadece altyapı yatırımlarının başarılı bir şekilde tamamlanmasının yeterli olacağını söylemek doğru olmaz. Proje, zor bir coğrafyada yer alan ülkeleri kapsıyor. Projeye dahil olan hükümetlerin yapması gereken iki taraflı ve yeri geldiğinde çok taraflı anlaşmalar ve ticaret müzakerelerinin başarısı, bu projenin planlandığı şekilde ilerleyebilmesi konusunda büyük önem taşıyor olacak.
Fon mekanizmaları
Böyle bir projeyi hayata geçirmek demek, bu projenin sermaye ihtiyacını fonlayabilecek güce de sahip olmak anlamına geliyor. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in önerisi doğrultusunda, altyapı projelerini finanse etmek amacıyla Asya Altyapı Yatırım Bankası (Asian Infrastructure Investment Bank, AIIB) 2015 sonunda 100 milyar dolar başlangıç sermayesi ile kuruldu. Sermaye iddialı görünse de, projenin toplam bütçesinin çeşitli kaynakların tahminlerine göre 1 ila 9 trilyon dolar arasında bir rakam olarak öngörüldüğünü belirtmekte fayda var.

Asya Altyapı Yatırım Bankasının (AIIB) 57 kurucu üyesi arasında yer alan Türkiye, bankada 2,6 milyar dolar kayıtlı sermayeye sahip. En büyük hissedar konumunda yer alan Çin’in ise 29,7 milyar dolar kayıtlı sermayesi görünüyor. AIIB dışında bu projenin fonlama mekanizmaları arasında yine Çin Hükümeti tarafından 2014 senesinde 40 milyar dolar sermaye ile kurulan İpek Yolu Fonu yer alıyor.
Projeye yönelik eleştiriler
Bir kuşak, bir yol projesinin üye ülkeler gözündeki cazibesini ve bu projeye yönelik meyillerini anlamak zor değil: Bu boyutta bir girişimin tamamlanması için gereken uluslararası projeler sayesinde, üye ülkelerde çok sayıda iş imkanının yaratılması bekleniyor. Bir kuşak, bir yol projesi siyasi açıdan dengesiz, ekonomik açıdan da problemli birçok ülkeyi kapsayan bir bölgeyi içine aldığı için, bu ülkelerin hükümetlerine büyüyen dinamik nüfuslarını kontrol altında tutma ve siyasi bir denge yaratabilme fırsatı sunuyor. Kapsamlı fon mekanizmaları ve uzun vadeli ucuz kredi imkanı sayesinde, proje özellikle MENA ülkelerini cezbediyor. Bu ucuz kredinin belki körfez ülkelerini cezbetmek için yeterli olmayacağını düşünebiliriz. Ama iş imkanlarının yaratacağı siyasi denge ve Çin’e fosil yakıt satma düşüncesi, bu ülkeleri de projeye yeşil ışık yakma konusunda heveslendiriyor.

Bütün bu olumlu etkenleri ilk bakışta görebilmek ve anlayabilmek kolay. Ama projeyi sadece güçlü ve olumlu yönleri üzerinden ele almamız doğru olmaz. Biraz da projeye yönelik eleştirilere ve projeye dahil olan ülkelere yönelik potansiyel risklere göz atalım.

Bir kuşak, bir yol projesi, ayrıntılarını incelediğiniz zaman, modern döneme uyarlanmış bir emperyalizm çağrışımı da yapıyor. Çin, projeye dahil olan ülkelerdeki mega projeleri finanse edebilecek krediyi sağlarken, aynı zamanda bu ülkeleri ödeyemeyecekleri bir borç batağına düşürme riskini de yaratıyor. Bugünün hükümetleri kendi dönemlerinde başarılı görünmek adına bu kredileri kabul edip, ödeme yükünü gelecek hükümetlere bırakma düşüncesiyle bu borçların altına girmeyi kabul edebilirler. Bu açıdan baktığımızda, projenin Çin’in uzun vadede küresel gücünü perçinleyecek, üzerinde çok konuşulmayan tarafını da görmüş oluyoruz. Bu strateji her ne kadar nakit girdisi ve altyapı finansmanı nedeniyle projeye dahil olan ülkeleri cezbediyor olsa da, uzun vadede Çin’e bağımlılık yaratıyor olması ve aslında kurulan altyapının nihayetinde Çin mallarının ticaretini mümkün kılacak olması, projenin sadece görünen işbirliği tarafından ibaret olmadığını gösteriyor.
Bu yaklaşım aslında Çin için yeni bir düşünce değil. Örneğin Sri Lanka 2010 senesinde Çin’den 1.5 milyar dolar kredi alarak Hambantota’da devasa bir liman inşa etmek istemişti. Bu proje de ilk bakışta güzel bir uluslararası işbirliği projesi gibi görünüyor. Ancak limanın inşası sonrasında beklenen ticaretin gerçekleşmemesi nedeniyle bu kredinin geri ödenemeyeceği ortaya çıkınca, Sri Lanka hükümeti limanın işletmesini 99 seneliğine Çin’e devretmek durumunda kalmıştı. Bu örneğin gösterdiği durum şu: Kredinin cazibesine kapılarak altyapı projeleri başlatan hükümetler, krediyi ödeme zorluğuyla karşı karşıya kaldıklarında bu altyapıların kontrolünü Çin’e devretmek durumunda kalabiliyorlar.
Türkiye için fırsatlar
Açıkçası bu kısa değerlendirme ile, bu konunun çok daha derinlikli bir şekilde incelenmesi ve konuya hazırlık yapılması gerektiğini ortaya koyabildiğimi ümit ediyorum. Bu projeyi sadece bir finansman ve işbirliği fırsatı olarak görmek doğru olmadığı gibi, sadece bir tuzak olarak ele almak da doğru olmayacaktır.
Ben Türkiye’nin bu projeye iki aşamalı bir stratejiyle yaklaşması gerektiğini düşünüyorum. Birinci aşama, 2049 senesinde tamamlanması planlanan projenin altyapı ihtiyaçlarının karşılanması üzerine odaklanmalı: Türkiye’nin, projeye dahil olan diğer ülkelerin kendi iç kaynaklarıyla tamamlamakta zorlanacakları alanlarda ürün ve hizmet tedarikçisi olarak ne gibi sorumluluklar alabileceğini analiz etmesi ve bu altyapı inşası sürecinde hizmet sunacağı stratejik alanları tespit etmesi gerekiyor. Burada sayısız örnek verilebilir, ama bu yazıyı ayrıntılarla daha da uzatmak istemiyorum.
İkinci aşama ise, 2049 sonrasında, bu proje tamamlandıktan ve Çin ile Avrupa arasında güçlü bir ticaret hattı kurulduktan sonra bizim nerede duracağımız sorusunun cevaplarını aramak üzere olmalı. Çin’in küresel imalat sektöründen gün geçtikçe daha çok pay aldığı ve tedarik zincirini bu kadar kuvvetli bir şekilde inşa ettiği bir dönemde, bir imalatçı olarak bizim elimizi güçlü kılacak ne olabilir? Bir yanda teknolojisiyle güçlü Avrupa, diğer yanda ürünleriyle güçlü Çin arasında sıkışmadan kalmanın yolu, bence hizmet ağırlıklı iş modellerine odaklanmaktan ve sadece bir imalatçı konumunda kalma tehlikesinden kendimizi sıyırmamızdan geçiyor. Bunun yolları ne olabilir sorusunun cevabı, apayrı bir yazının konusu olarak şimdilik burada kalsın.
Sonuç olarak, konuyu sadece siyah ya da beyaz olarak görmek yerine, artı ve eksilerinin farkında olmak ve ona göre almamız gereken pozisyonu baştan değerlendirebilmek yapılacak en doğru hareket diye düşünüyorum. İpek Yolu’nun dünya tarihindeki önemi yadsınamaz bir gerçek. Görünen o ki, geçmiş zamanların bu masalsı hikayesi günümüzde tekrar canlandığında, dünya tarihini tıpkı geçmişte olduğu gibi etkilemeye devam edecek.
Benim yaşımda olan birçok kişiyi, sanırım bu masalsı hikayeyle ilk olarak İpek Yolu belgeseli ve Kitaro’nun müzikleriyle tanışmıştı. Konuyu teknik ve ekonomik açılardan yeterince irdeledik. Madem sıkılmadan buraya kadar okumayı başardınız, artık biraz hafifleyip kapanışı bu masalın büyüsünü en güzel şekilde aktaran Kitaro ile yapalım.
Takip edin
Bir süredir Pazar yazılarına aksatmadan devam edebiliyorum. Devamını da getirmek niyetindeyim. Bu haftalık yazılardan keyif alıyor ve yayımlandıkça haberdar olmak istiyorsanız, aşağıdaki “Takip et” kutusundan e-posta aboneliği yaptırabilirsiniz. Hiçbir zaman spam göndermediğimi söylememe gerek bile yok sanırım.
Gerçekten güzel bir yazı olmuş. Sizi büyük ilgiyle takip etmeye devam edecegim.
Tebrikler.
Çok teşekkürler. Selamlar.