Gelecek çoktan geldi. Ama henüz her yere eşit dağılmadı.
William Gibson

Heraklitos “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” derken, doğru bir noktaya değinmişti. Ancak bu cümleyi kurarken, acaba değişecekler arasına değişimin hızını da katmış mıydı, merak ediyorum. Her şey değişirken, elbette ki değişimin hızı da değişiyor: İnsanlık tarihi boyunca en hızlı değişimlerinin gerçekleştiği dönemi yaşıyoruz. Üstelik bu değişimler biraz çaba göstererek takip edebileceğimiz belli başlı alanlarda değil, neredeyse hayatımızı kuşatan her alanda ve eş zamanlı olarak gerçekleşiyor.
2020 ile birlikte yeni bir on yılın kapısını aralamışken, yaklaşık son on yıl içinde hayatımıza giren ve artık varlıklarını kanıksadığımız birkaç örneğe bakalım. Mesela Bitcoin: 2009 öncesinde var olmayan, kimsenin var olabileceğine de pek kolay inanmayacağı, herhangi bir merkez bankasıyla ilişkisi olmayan dijital bir para birimi düşüncesi, bugün hepimizin kanıksadığı, sıradan bir konu halini aldı. On sene önce ne Uber vardı, ne de Instagram. Ülkemizde konu hala problemli olsa da bugün Uber şoförlüğü gibi bir mesleğin olması, ya da ciddi paralar kazanan Instagram fenomenlerinin varlığı artık bize sıradan konular olarak görünüyor.
Merak ediyorum, acaba 2030 senesine girerken “on sene önce yoktu” diye göstereceğimiz örnekler neler olacak? Peki ya on sene önce vardı, ama artık yok, diyerek vereceğimiz örnekler? Sektörler?

Abone olun, Mühendishane blog yazıları mail kutunuza gelsin.
Birkaç ufak hatırlatma:
- Bu abonelik sadece Mühendishane blog yazıları için geçerlidir.
- Hiçbir şekilde spam mail göndermiyorum.
- Abonelik tamamen ücretsizdir (sorulduğu için açıklama ihtiyacı hissettim).
- İstediğiniz zaman kolayca abonelikten çıkabilirsiniz.
Gelecek bugünden öngörülebilir mi?
Güncel duruma bakıp, geleceğe dair varsayımlar yapmak kolay bir iş değil. Çünkü güncel olan, beklenti ve fırsatlara gebe olduğu için zihnimizde kolayca çarpıtılabiliyor. Kirli bilgilerden arınıp süzülmediği ve gerçek niteliğini gösteremediği için, güncele bakarak kararlar almak insanları yanıltabiliyor. Google glass gerçekliğe temas ettiği anda dağılan büyük beklentilere güzel bir örnektir. İmalat alanında devrim yaratacağı beklentisiyle sunulan 3D yazıcılar da karşılığı olmayan yüksek beklentilere bir diğer örnek olarak gösterilebilir. 3D yazıcı teknolojisi kendine belli bir yer buldu, ancak beklentiler çok daha büyüktü. Ama zaman her şeyi 3D yazdırmanın daha iyi olmadığını, geleneksel üretim yöntemlerinin çoğu avantajlarının üstesinden gelinemediğini gösterdi. Şimdi benzer beklentileri yapay zeka, Endüstri 4.0 gibi kavramların üzerine inşa ediyoruz. Bu büyük beklentilerin gerçek bir potansiyele sahip olup olmadığını sadece sabrederek görebiliriz.
İngilizce’de heyecanlandırıcı olduğu kadar abartılı, biraz da aldatıcı olabilecek fikirler, düşünceler, kavramlar ve teknolojiler için kullanılan bir tabir var: Hype. Özellikle belli alanlarda geliştirilmekte olan birçok yeni teknoloji, arkasına medyanın ilgisini de almayı başardığı takdirde kısa sürede bir hype halini alabiliyor. İşin ilginç tarafı şu: Hype teknolojilerin havai fişek misali parlayıp söndükleri kısa ömürleri o kadar benzer nitelikler gösteriyor ki, tek bir grafik üzerinde tarif edilebiliyor. Amerikan araştırma, danışmanlık ve bilgi teknolojileri şirketi Gartner’ın öne sürdüğü ve hype döngüsü adı verilen bu tarife göre, yeni çıkan teknolojiler beş aşamadan oluşan bir süreç sonunda gerçek potansiyellerine ulaşıyorlar.
Bu tarife göre yeni bir teknoloji fikir olarak doğup biraz da medyanın ilgisini çektikten sonra, beklentilerin doruk noktasına ulaştığı bir evreye giriyor. Yakın zamanda Endüstri 4.0 ya da yapay zeka gibi kavramların bu noktaya ulaştıklarını hep birlikte gördük. Bu noktada konu üzerine kitaplar yazılıyor, futuristler konuşmalar yapıyor, paneller düzenleniyor, medyada boy boy bu teknolojinin yaratacağı gelecek üzerine yazılar, programlar sunuluyor. Ancak zaman geçip de şöyle olacak, böyle olacak minvalindeki iddiaların altının o kadar da dolu olmadığı ortaya çıkmaya başlayınca, yeni teknolojimiz bu yüksek beklentilerin altında ezilerek, bir çöküş dönemine giriyor ve konu gündemden bir kuyruklu yıldız misali çıkarak uzaklaşıyor. Bu çöküşün ardından gelen aydınlanma süreci, başta abartıldığı kadar olmasa da, teknolojinin yine de bazı kullanım alanlarının olabileceğini gösteriyor. Böylece teknoloji gerçek potansiyeline ulaşarak, ayakları yere basan bir şekilde, kendi kulvarında yaşamını sürdürüyor.

Geleceği bu tür teknolojilerin lensi üzerinden görmeye çalışmak, bana kalırsa riskli bir iş. Yukarıda da bahsettiğim gibi güncel olan beklenti ve fırsatlarla bezenmiş olduğu için, doğası gereği şeffaf olamıyor. Tortusunu bırakıp arınması ve temizlenmesi için mutlaka zamanın testinden geçmesi gerekiyor.
Futurist olmanın imkansızlığı
Şimdi gelelim bu yazının başlığına: futurist olmanın imkansızlığı derken neyi kastediyoruz? Bu ifade ile anlatmak istediğim aslında doğru tahminler yapan bir futurist olmanın ne kadar zor bir mesele olduğu. Diyelim ki siz kendinizi bir futurist olarak tanımlıyor ve geleceğe yönelik öngörülerinizi paylaşmak istiyorsunuz. Bu durumda izleyebileceğiniz iki yol bulunuyor: Birincisi, hype döngüsünde tırmanma aşamasında olan teknolojiler üzerine konuşanlar kervanına katılacaksınız. Bugünlerde Endüstri 4.0 gündemdeyse, “robotlar geliyor” söylemine balıklama dalacaksınız. Baktınız Endüstri 4.0 robotlarla ilgili değilmiş, hop yapay zeka, hop dijitalleşme, konuları değiştire değiştire anlatacaksınız. Nasıl olsa hype döngüsüne giren konuların ardı arkası kesilmeyeceği için, emekli olup da köşenize çekilene kadar anlatacak konu bulmakta zorlanmadan devam edebilirsiniz.

İkinci yol ise, veri üzerinden gitmek. Bilimin yolunu takip etmek. Bunu yapan, üstelik gayet güzel yapan futuristler de var. Ancak onlar kendilerine futurist demeyi tercih etmiyorlar.
Bu yolu tercih ettiğiniz takdirde ilgilenmek durumunda kalacağınız konular ne yazık ki medyanın pek ilgisini çekmeyecek. Şirketler etkinliklerine konuşmacı olarak sizi davet etmeyecek. Mesela insanlık tarihi boyunca 180-280 ppm arasında değişen atmosferdeki CO2 miktarının 2019 sonu itibarıyla 415 ppm düzeyine ulaştığını ve bu artış hızıyla sera gazlarının 2050 yılında 700 ppm CO2-eq düzeyinde olacağını öngörebilmek de bir nevi futurism değil mi? Buna bağlı sıcaklık artışı nedeniyle Türkiye’nin iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgeler içinde yer alacağını gösteren bilimsel verileri anlatmak da öyle değil mi? Ama nedense hiçbir kurumsal şirket yeni yıl etkinliğinde bunu söyleyebilecek bir futuristi davet etmiyor. Hype ile, yani abartılı ve aldatıcı düşünceler ile zaman doldurmayı tercih ediyor.
Yukarıda geçmiş yıllarda yapılmış bazı futurist tahminlerden örnek görseller paylaştım. Bugün bu resimleri komik buluyoruz. Çünkü bu görsellerde şunu görüyoruz: Futuristler bir şeylerin değişeceğini anlatmaya çalışırlarken, nelerin değişmeyeceğini varsayma konusunda feci yanılıyorlar. Tahminleri komik yapan da bu oluyor. Aşağıdaki görsel üzerinden bir örnek daha vereyim: Dönemin teknolojilerinin gelişimine bakıp gelecekte postacıların uçarak gezeceğini öngören bir futurist, mektubun değişmeden kalacağını varsayıyor. İnterneti ve dolayısıyla e-postayı öngöremiyor. Dolayısıyla bugün baktığımız yerden bu tahmin, sadece sevimli bir mizah unsuru olmaktan öteye gidemiyor.

Bu yanılgıya düşmeden geleceğe dair öngörülerde bulunmanın yolu, nelerin değişeceğinden ziyade, nelerin değişmeyeceğine odaklanmaktan geçiyor diye düşünüyorum. Hatırlayanlar vardır: Jeff Bezos da bir röportajında Amazon’un başarısını bu yaklaşımla açıklıyordu. Gelecekte nelerin değişeceğine odaklanmaktan ziyade nelerin değişmeyeceğini tespit edip, stratejisini bu tespitler üzerine kurduğunu söylüyordu. Bezos’a göre müşterilerin düşük fiyat ve hızlı teslimat beklentisi gelecekte de değişmeyeceği için, Amazon stratejisini ucuz fiyatlar ve hızlı teslimat üzerine kurmalıydı. Yıllar bu konuda Bezos’u haklı çıkardı dersek yanılmış olmayız herhalde.
Futurist tahminleri büyük ölçüde yanlış çıkaran faktörlerden bir diğeri de kültürel değişimlerin tahmin edilememesi diye düşünüyorum. Bundan 20 yıl önce vegan beslenme kültürünün bu kadar popülerleşeceğini kim öngörebilirdi? Geçmişte yapılan gelecek tahminlerinde kadınların iş hayatında daha baskın rol oynayacakları neden hiç öngörülemiyordu? Hemen yukarıdaki resimde bile postacıyı bekleyen kadına ev hanımı rolünün biçilmiş olduğunu görüyoruz. LGBTTIQ hakları konularında alınan mesafe bundan 40 yıl önce öngörülebilir miydi? Hayır, çünkü kültürel değişiklikler gelecek tahminlerinde çuvallıyor. Tahminlerle gerçekler arasındaki en büyük fark da bundan kaynaklanıyor. Bir spekülasyon da ben yapayım: Gelecekte robotlara ait kimlik meseleleri de gündemimizde olabilir mi? Bu da bir kültürel problem halini alabilir mi? Netflix’de kimliğini arayan, kendini dışlayan topluma karşı mücadele veren robotların dizilerini görebilir miyiz? Belki evet, belki hayır. Kültürel değişimleri bugünden öngörebilmemiz pek kolay değil.
Futurist değil, nowist
Geleceğin nelere gebe olduğunu bilmek zor. Üstelik kültürel değişimleri öngörme konusundaki zaafımızı dikkate alırsak, gerçekten zor. Ayrıca spekülasyonlara dayalı tahminlerle hype çılgınlığına kapılmak yerine, mevcut karmaşası ve zorluklarıyla önce bugünü doğru bir şekilde kavramak daha önemli bir meziyet diye düşünüyorum. Yani futurist olmaktan ziyade nowist olabilmemiz, bugüne ve bu zamana odaklanıp algılarımızı açabilmemiz gerekiyor. Benzer bir görüşün aktarıldığı, Joi Ito’nun Whiplash adlı kitabına Mühendishane’de daha önce yer vermiştim. Okumak isteyenler buradan bilgi alabilirler.
Nowist olmanın erdemlerini tekrar anlatmak yerine, bu noktada sözü Joi Ito’ya bırakmanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Bakalım siz de hemfikir olacak mısınız? (Edit: Videonun Türkçe altyazılı bir versiyonu vardı. Ama maalesef kaldırılmış. O nedenle İngilizce’sini paylaşıyorum.)